By mrgecer Graphic Design Workshop
Sayfalar  
  Ana Sayfa
  Çalışmalarım
  Geyik
  => HAZIR CEVAPLAR
  => Fikra gibi ama gerçek
  => Kadınlar hakkında
  => Bayanlara özel kurs programları
  => Beylere özel kurs programları
  Saklı sayfalar
  Ziyaretçi defteri
  İletişelim
  ankete katıl
  mrgecerforum
  Blog sayfam
  Tıkla Kazan
  grafik siteleri
copryt mrgece® design by burhan
Fikra gibi ama gerçek

 

BU OLAYLARIN HEPSİ FIKRA GİBİ GÖRÜNSEDE GERÇEKTE YAŞANMIŞ VE GENELDE GAZETELERDEN TOPLANMIŞ OLAYLARDIR.....

----------------------------------------------------------------

Bir gün sokakta bir minibüs kaza yapmış sebebi ise ; Minibüs şoförü kapıyı açıp dışarı sümkürürken dengesini kaybedip minibüsten düşüyor. Minibüs yoluna devam ediyor. Ne derseniz hala salak kalmış olsa bile tahminimce artık en azından çevreci olmuştur.

----------------------------------------------------------------

Birkaç arkadaş arabaları ile yolda giderlerken, kötü şans bu ya, bir kedi arabanın önüne atlıyor, bunlar da kediye "küütT!" diye çarpıyorlar, hemen iniyorlar, bakıyorlar ki yolun kenarında bir kedi hoplayıp zıplıyor, "ulan" diyorlar, üzülüyorlar, "bari can çekişmesin, öldürelim" diyorlar.. Arabadan bir baseball sopası alıp başlıyorlar kediye vurmaya.. O sırada kenardaki binadan bir kadın olayı görüyor ve basıyor çığlıkları, "ne yapıyorsunuz kedime! Niye vuruyorsunuz? hayvan düşmanları!... #%@@$ (Kalay)".. adamlar olayı kadına anlatmaya çalışıyorlar, ama kadın açıklama dinleyecek durumda değil, feryat figan... Kadın polis çağırıyor, hemen polis geliyor (Demek ki yabancı bi ülkede geçiyor olay!!..).. Neyse polis olayı soruyor. Adamlar da anlatıyorlar.. "Kediye çarptık, can çekişiyordu, acıdık, can çekişmesin dedik, sopa ile öldürdük". diyorlar.. Polis de " kediye çarptığınızı ispat edebilir misiniz?" diyor.. Adamlarda, "nasıl ispat edelim" derken.Biri uyanıklık edip "kediye çarptıysak belki arabanın üzerinde kan izleri falan vardır herhalde, gelin memur bey, arabaya bakalım, kan izi herhalde ispatımız olur"... "tamam" diyorlar, arabaya gidiyorlar... Bakıyorlar: Arabanın önüne yapışmış, pestili çıkmış bir KEDi!..

----------------------------------------------------------------

Sayın Cumhurbabamız Süleyman Demirel'in geçmiş bir tarihte düzenlediği bir basın toplantısından...

-Ege bir Yunan golü deeldir.

-Ege bir Türk golü de deeldir.

-Binanaleyhh Ege bir gol deeldir..

----------------------------------------------------------------

Olay Odtüde geçiyor 5 öğrenci bir sınava girmiyorlar hepsi anlaşmalı olarak hocalarına gidip "Hocam lastiğimiz patladı o yüzden sınava yetişemedik lütfen bize yardımcı olur musunuz? " Hoca okeyi çekiyor 5 genci yeniden sınava alıyor geçme notu 60. Öğrencilere sınav kağıtlarını dağıtıyor.İlk sayfada 4 soru var hepsi 10 ar puan sayfanın arkasında tek bir soru var o soru 60 puan.Soruda "Hangi lastik patladı?"

----------------------------------------------------------------

Adamın birisi Ankara'ya yeni gelmiş.Yoldan bir adam çevirip soruyor.

-"Pardon Ankara’ya ilk kez geldim acaba Karum nerede?"

-"Hilton’un arka tarafında" deyip adam yoluna devam ediyor.

-----------------------------------------------------------------

Olay Karadeniz de geçiyor Amcamın bir tanesi ( adının Temel olduğunu tahmin ediyorum:) Binasında yıkmak istediği bir duvar var (Bilirsiniz bizde dükkana yer açacağım diye binanın temelini kimse fazla takmaz ) ve bu duvarı yıkmak için bizim karadenizli arkadaşımız dinamit kullanıyor.Amcam duvarı yıkmada başarılı oluyor ama olay bu kadarla kalmıyor tüm mahalleyi yıkmıştı yan yana 6-7 bina yerle bir oldu ve şans eseri hiç kimse ölmemişti bu olayda..(tüm gazetelerde baş sayfada çıkmıştı 80 li yıllarda)

----------------------------------------------------------------

Gene Karadeniz de olan yeni bir olay ; Adamın birisi ev taşıyor buzdolabını çıkaracaklar dışarıya adamın abisi de yardımcı oluyor taşımada aşağıdan bağırıyor (ikinci kat ) Sen at ben tutarım ve kardeşte dolabı aşağıya atıyor ve kaçınılmaz son; tutucu hastanelik oluyor.

----------------------------------------------------------------

Çok sayıda yerel gazetenin yayınlandığı küçük bir sahil kasabamızda, gazete sahiplerinden birinin, diğeri ile arası açılmış. Olayın sebebi de bunlardan birinin, diğerinin bir yakını aleyhine tazminat davası açmasıymış...

Davalının yakını gazete sahibi, davacı gazete sahibini davasından vazgeçirmek için bir sürü yol denemiş, araya tanıdıklar sokmuş, hiçbiri işe yaramamış. En sonunda çok gıcık olduğu için gazetesini kullanarak adama saldırma kararı almış.

Gazetesinde 8 sütuna aynen şöyle bir manşet atmış:

"SEN BİR HOMOSEKSÜELSİN!"

Baslığın altında da bu haberin "toplumun kirlenmesini önlemek!" için yazıldığı anlatılıyormuş.

Tabii ertesi gün diğer gazete sahibi 8 sütuna manşet başka bir haberle cevap hakkını o da kendi gazetesinde kullanmış:

"HOMOSEKSÜEL SENSİN!"

Bunun üzerine davalının yakını gazete sahibi bir sonraki gün, davacı meslektaşının başına küçükken nasıl bir iş geldiğini ayrıntılı olarak anlatan bir yazıyı yine sekiz sütuna manşetle basmış:

"KORKMUYORSAN HAYDİ MUAYENEYE!"

Yazının altına da önemli bir not düşmeyi ihmal etmemiş: "Türkiye'nin her yerinde tam teşekküllü bir hastane de muayeneye razı mısın? Ben razıyım..."

Davacı gazete sahibi bu manşete yanıt vermemiş. Ama konuyu değiştirerek

toplumu ilgilendiren (!) çok başka bir manşetle saldırıyı sürdürmüş:

"SEN BİR KAÇAKÇISIN!"

Bu haberin içeriğinde, davalının yakını olan gazetecinin, otomobiliyle denizde bulunan bir motordaki kaçakçılara sinyal verdiği iddia ediliyormuş.

Bu haber üzerine işler iyice çığrından çıkmış ve düello çağrıları başlamış:

"YİĞİTSEN RIHTIMA GEL!"

Bu başlığın yanına da küçük bir not düşülmüş: "Silahını da alabilirsin"

Ertesi gün "RIHTIM SENİN ÇÖPLÜĞÜN!" üst baslığı ile manşetten verilen

yanıt şöyle olmuş:

"ERKEKSEN SEN KİLİSENİN YANINA GEL!"

Medya mensupları toplumsal(!) sorunları bu haberlerle çözerken, gazetelerin tirajları da tarihlerinde rastlanmadık şekilde artmış. Bu arada işin çığırından çıktığını gören Kaymakam arabuluculuk yapıp, gazete sahiplerini barıştırmak istemiş , olmamış. Barıştırma işini bu defa Gazeteciler Cemiyetinin gedikli başkanı Lütfü Ağabey'e vermişler. Lütfü Ağabey kendi gazetesinden, iki gazeteci meslektaşına seslenerek ılımlı olmaları için çağrıda bulunmuş ve kendi gazetesinden manşet atmış:

"ARTIK AYIP OLUYOR BEYLER!"

Diğer iki gazeteci bu haber üzerine sanki aralarında sözleşmişler gibi, ertesi gün kendi gazetelerinde aynı başlığı atarak Gazeteciler Cemiyeti'nin Gedikli başkanı Lütfü Ağabey'e cevap vermişler:

"SEN KARIŞMA LÜTFÜ!.."

----------------------------------------------------------------

BİRAZDA YABANCILARIN YAPTIKLARI SALAKÇA İŞLERE BAKALIM ;

Jake Fen isimli Macar adam, eşini korkutmak için kendini asmış pozu verdi...Eve gelen eş kocasını o halde görünce bayıldı..Kapıyı açık gören komşu kadın içeri girince iki cesetle karşılaştığını sanıp evi soydu.Topladıkları ile kaçarken Jake kadına bir tekme attı. Cesedin canlandığını sanan kadın korkudan öldü..Jake beraat etti..

----------------------------------------------------------------

New York'ta 5'inci caddede bir adama araç hafifçe çarptı. Adama bir şey olmamıştı.. Şoförle konuştu ve kalkacakken olayı gören biri yanına gelerek, kalkmazsa sigortadan para alabileceğini söyleyince yeniden aracın önüne yattı. Araç sürücüsü ise adamın gittiğini düşünerek gaza bastı ve adam öldü...

----------------------------------------------------------------

Bayan Carson Amerika'nın New York kentinde yaşıyordu..Bir gün eğlenmek için cenaze işleri yapan bir şirketle anlaştı. Şirket eve telefon etti ve bayan Carson'un kalp krizi geçirip öldüğünü söyledi. Aile hemen koştu. Bu sırada tabutun içinde yatan bayan Carson birden doğruluverdi.Ama kızı o anda kalp krizi geçirip öldü...

----------------------------------------------------------------

 

Aşağıda okuyacağız olaylar gerçek hayattan alınmıştır ( sanırım J )

 

Türkiye’yi anlatan bir rehber kitaptan :

Although Turkish is an elegantly simple language, the rules of word order

and verb formation are very different from Indo-European languages, making

it somewhat difficult to learn. Verbs can be so complex that they

constitute whole sentences in themselves - try this one on for size:

Afyonkarahisarlılaştıramadıklarımızdanmısınız?

('Aren't you one of those people whom we tried - unsuccessfully - to make

Resemble the citizens of Afyonkarahisar?')

milyon dolar kaybeden adam

 

1848 senesinin 24 Ocak günü Californiyalı John Marshall, Amerika Nehrinin bir kolu üzerinde değirmen kurmakla meşguldü. O sırada gözüne ileşen sarı bir taşı aldı. Ne olduğunu anlamadığı bu taşı sabun kaynatan bir işci kadına verdi. Bütün gün kaynayan taş parçası bir süre sonra parladı ve altın olduğu ortaya çıktı.

Marshall, altını alarak patronu Sutter’ın yanına gitti. Sutter bunun halis altın olduğunu anladı ve çok heyecanlandı. Fakat bu keşfi gizli tutmak gerekiyordu. Bu sırrı saklamak ise çok zordu. Sutter’ın çiftliğinde altın bulunduğuna dair haber tüm Amerikayı sarsmıştı. Bir tek gün içerisinde Sutter’ın çiftliğinde çalışan tüm işciler işi bırakmış ve altın aramaya başlamıştı.

Her taraftan akın akın gelen bu insanlar Sutter malikanesini, ekinlerini, ambarlarını yıkarak kendilerine sığınaklar kurdular. Altın arayıcıları bu kadarla kalmayarak Sutter’ın arazisinin üzerine şehirler kurdular. Yani bu günkü San Francisco ve Sacromento şehirlerini. Bu arazinin sahibi olan Sutter ise hiç birşey yapamadı. 1850 yılında Sutter tarihin tanıdığı en büyük davayı açarak San Francisco ve Sacromento şehirlerinin kendisine ait arazi üzerinde kurulduğunu ve buraya yerleşenlerin arazisini boşaltmalarını, Californiya için inşa etmiş olduğu köprüler, kanallar karşılığında 25 milyon dolar, Amerika hükümetinden uğradığı zarar tazminatı olarak da 50 milyon dolar, çıkan altınlardan ise hisse istedi. Dava dört sene devam etti ve nihayetinde davayı Sutter kazandı..Bu iki şehrin onun arazisi üzerinde yapıldığını mahkeme kabul etmişti. Bu heyecan verici hükmün verildiği gün ise ayaklanan halk mahkemeyi ateşe vermiş, hakimi linç etmek için uğraşmış, sonra Sutter’in çiftliğine akın ederek evi ateşe vermişlerdi. Bu kadarla da kinini tatmin edemeye topluluk Sutter’ın bir oğlunu öldürdükten sonra, birini de intahara mecbur etmiş, Avrupa’ya kaçmak isteyen üçüncüsünü de suda boğmuşlardı. Bu müthiş darbeyle sarsılan Sutter ise aklını kaybetmişti.

1880 yılında Washington’da paçavralar içinde dünyanın en zengin adamı olarak öldü. Onun ölümünden beş yıl sonra ise eşi görülmeyen altın arama devrini açan John Marshal kendisine bir tabut satın alacak kadar para bırakmadan öldü.

 

 

Yol hikayesi

 

Bu öykü de Kaliforniya'dan Robert Hanshew a ait. Robert Hanshew otoyolda giderken Trafik polisi tarafından durdurulur. Hanshew otoyolda, sürücüden başka en az iki yolcu taşıyan araçlara ayrılmıs olan hızlı şeritte seyretmektedir. Minibüste sürücüden başka kimsenin olmadığını fark eden polis Hanshew'den bunun hesabını sorar. Hanshew minibüsünün arkasındaki soğutulmuş bölümde, şehir morguna kaldırılmak üzere 12 adet kadavra taşıdığını ve yalnız olmadığını öne sürer. Dolayısıyla para cezasına carptırılmaması gerektiğini savunur. Ne polis, ne de hakim bu gerekçeyi kabul etmez ve Hanshew 58 dolar para cezasına mahkum olur..

 

 

Savaştan sonra

 

Vietnam'da savaştıktan sonra sonunda evine dönmekte olan bir asker hakkında bir hikaye anlatılır.

"San Francisco'dan ailesini aradı Anne baba, eve dönüyorum, ama sizden birşey rica ediyorum. Yanımda bir arkadaşımı da getirmek istiyorum."

"Memnuniyetle, onunla tanışmak isteriz," diye cevapladılar.

"Oğulları, "Bilmeniz gereken birşey var" diye devam etti. "Arkadaşım savaşta ağır yaralandı. Bir mayına bastı ve bir koluyla ayağını kaybetti. Gidecek hiçbir yeri yok, ve onun gelip bizimle kalmasını istiyorum." "Bunu duyduğuma üzüldüm oğlum. Belki onun başka bir yer bulmasına yardımcı olabiliriz." "Hayır. Anne, baba, onun bizimle yaşamasını istiyorum."

"Oğlum," dedi babası, "bizden ne istediğini bilmiyorsun. Onun gibi özürlü biri bize korkunç bir yük olur. Bizim kendi hayatımız var, ve bunun gibi birşeyin hayatımıza engel olmasına izin veremeyiz.Bence bu arkadaşını unutup eve dönmelisin. O kendi başının çaresine bakacaktır."

Oğlu o anda telefonu kapattı. Ailesi ondan bir süre haber alamadı. Ama birkaç gün sonra, San Francisco polisinden bir telefon geldi. Oğullarının yüksek bir binadan düşüp öldüğünü öğrendiler. Polis bunun intihar olduğuna inanıyordu. Üzüntü dolu anne-baba hemen San Francisco'ya uçtular ve oğullarının cesedini tesbit etmek için şehir morguna götürüldüler. Onu tanıdılar, ve bilmedikleri birşey daha öğrenince dehşete düştüler:

Oğullarının sadece bir kolu ve bir bacağı vardı.

 

 

Dirilen köpek

 

Almanyadan binen bir bayan köpeğini pet basket icinde kargoya veriyor, inince almak üzere... 2 saat sonra uçak inince önce kargo açılıyor ve köpeğin ölmüş oldugu ortaya çıkıyor. Yer müdürü, "ne yapalım kargoya konan hayvan ölürse çok büyük cezası var" diye düşünürken oradan biri atılır ve "bu kopeğin çok benzeri bizim mahallede var, kadını 15 dk. bekletin onu getirip değiştirelim" der.

Nitekim öyle yapılır, ölü köpeğin tasması da yenisine takılır. Bu arada kadın sabırsızlanmaktadır, "köpeğim nerede" diye.. 5 dk. sonra kargodan çıkan köpeği goren kadın o anda düşer bayılır. Alandakiler herhalde kendi köpeği olmadığını anladı da bayıldı diye düşünürler. Neyse kadın kendine gelince olay ortaya çıkar. Kadın zaten Almanya'dan köpeğinin ölüsünü getiriyormuş.

 

 

 

İş Kazası

 

1987 temmuz ayında Mersin ilimizde gerçekleşen ve daha sonra iş güvenliği dergisinde yayınlanan, inşaat işçisi Hikmet SERBEST 'in kaza sonrası iş güvenliği müfettişlerine vermiş olduğu ifadedir. 1953 Bayburt doğumlu, Asım oğlu Hikmet Serbest 'e soruldu, 02,07,87 tarihinde Mersin ili İl özel idaresine ait Hal binası ek inşaatında çalışırken geçirdiğiniz iş kazasını anlatırmısınız.

- 2 Temmuz günü sabah saatlerinde hal binası inşaatının damına çıktım, ustabaşımız kaba inşaat bittiği için damda kalan malzemeleri zemin kata istiflememi istemişti .. önce el arabasına tuğla doldurarak işe başladım, ancak el arabası ile tuğlaları aşağıya indirmek fazla uzun sürüyordu. İşi çabuk bitirmek için inşaat sahasında bulduğum bir bidonu el arabası ile dama çıkardım. Normalde dama malzeme çektiğimiz elektrikli el vinci aşağıya indirilmişti ama vince ait üç ayak ve tel halatlar duruyordu. Bidonu bu tel halata bağlayıp içine damda bulunan bütün tuğlaları doldurdum, amacım bidonu el ile indirip bir seferde işi sona erdirmekti. Bu amaçla teli üç ayaktan geçirip bidonu damın kenarından aşağıya bıraktım. Başlangıçta üç ayaktan güç alarak bidonu tutabiliyordum, tel aniden kaymasın, bir kazaya sebep olmasın diye düşündüğümden tel halatı koluma dolamıştım. Ama ayağım kaydı ve bidon aşağıya düşerken ben üç ayağın ucundaki makaraya doğru yükseldim .. bu esnada elim tel ile makara arasında girdi ve sağ elimin üç parmağı burada kırıldı. Ben yardım istemek için bağırmaya başladığımda tel elimden kaydı ve bidon yere vurdu, bu vurma sırasında bidonun dibi çıktı ve tuğlalar zemine saçıldı. Bidon hafiflediği için benim ağırlığımı karşılayamaz duruma gelmişti, aşağıya düştüm ama yarı yolda bidon ile çarpıştım ve bu esnada sağ bacağım ile iki kaburgam kırıldı .. ayrıca yere vurduğum sırada sol bacağımıda kırdım. Acı ile elimde tuttuğum tel halatı bırakmışım, serbest kalan bidon üçüncü kat hizasından üzerime düştü ve sol köprücük kemiğim ile üç kaburgamı daha kırdı .. kaza bundan ibarettir.

İfade tutanağı müştekiye okundu ve imzalatıldı. Kazaya sebep olan bidon ve kaza mahalli ile ilgili tespit yapılarak ek bina inşaatının teknik sorumluluları, yüklenici ve gözetmenlerinin iş kazasına sebep verme kaydı ile mahkemeye verilmesine. Ayrıca mülkiyeti D.M.O 'ne ait olan 260lt 'lik temiz su taşıma variline ( kazaya karışan bidon ) verdiği hasarın Sn. Hikmet SERBEST 'e ödettirilmesi için asliye hukuk mahkemeleri nezninde zarar ziyan karşılama davasının açılmasının tavsiyesine karar verildi. Şahsuvar gönderdi.

 

 

Einstein ve şoförü

 

Einstein bir çok yerde konferanslar vermişti. Bu konferanslara özel şoförün kullandığı bir otoyla gidiyordu. O konferans verirken şoför de dinleyiciler arasında oturarak onu dinlerdi. Bir gün yine bir yere konferansa gidiyorlardı. Bir aralık şoför, "-Dr Einstein," dedi, sizi o kadar uzun zamandır defalarca dinledim ki artık yapacağınız konuşmayı kelimesi kelimesine biliyorum." Yaşlı adam pası almıştı.

"-Pekala," dedi, "şimdi gitmekte olduğumuz yerde beni tanımazlar. Palto ve şapkalarımızı değişelim ve sen konuş."

Şoför konuştu. Gerçekten de dersini iyi çalışmıştı. Biri çıkıp da daha önceki konferanslarda sorulmamış bir soru soruncaya kadar sorular kısmını bile başarıyla götürüyordu. Yine de bozuntuya vermedi:

"-Böyle basit bir şeyi sormanız gerçekten çok garip," dedi, "şimdi arka sırada oturan şoförümü çağıracağım ve size cevap vermesini söyleyeceğim."

 

 

Marlbora efsanesi

 

Marlboro firması ilk kurulduğunda işleri çok kötü gidiyomuş. Şirket iflasın eşiğindeyken bi adam gelmiş, “Satışları bir ayda 3 katına çıkarırım ama bunun karşılığında da şirketin yarısına ortak olurum. Yok çıkaramazsam ömrümün sonuna kadar fabrikada bedava tütün sararım” demiş. Malbora’nın sahipleri zaten çıkmaz sokaktaymış, “Bi haftaya kalmaz batıcaz, kaybedicek neyimiz var ki” diyerek kabul etmişler teklifi. Adamın bunlardan tek isteği binlerce boş Malbora kutusuymuş. Zaten depoda milyonlarcası varmış, talebini karşılamışlar hemen. Sonra bizimki bütün paketleri tek tek ezmiş ayağıyla, gece 12’den sonra da hepsini uçaktan bütün Amarika’nın üstüne atmış. Sabah millet uyanınca bi bakmış ki her tarafta boş malbuş kutuları. “Yav, bu sigara bu kadar çok içildiğine göre vardır bi hikmeti” diyerek tekel bayilerine akın etmişler. Şirket o ay 3 değil 5 katı satış yapmış. Taabi bizim adam da şirketin yarısına ortak olmuş. O kişi de Philip Morris’in ta kendisiymiş.

 

Hafıza denilen şey

 

Edisonun hafızası çok kötüydü. Vergi borçlarını ödemek için gittiği mahkemede kendi ismini unutmuştu. Tam o sırada orda bulunan bir arkadaşı ismini Thomas Edison olduğunu söyleyip onu bu garip durumdan kurtarmıştı.

Charlie Chaplin yedi seneden beri yanında çalışan ve sürekli birlikte seyahat ettiği katibi Carlyle Robinson’un ismini öğrenememişti.

Lord Byron yazdığın bütün şiirleri ezberinden okuyabilmekle övünürdü.

Lord Bacon, en meşhur eserlerinden birini hafızasından dikte etmişti.

Abraham Lincoln, birşeyi hafızasında tutmak istediğinde onu mutlaka yüksek sesle okurdu. Theodore Roosevelt insanlarla tanışmayı çok severdi ve ikinci defa karşılaştığı insanlara hep isimleriyle hitap ederdi. Siyasi başarısında bunun katkısı büyük oldu. George Bidder adlı zengin bir ingiliz on yaşındayken 121saniye içinde 4444 bin ingiliz lirası 4444 gün içinde senede %4 faizle ne kadar gelir getireceğini hesaplamıştı.

 

 

Tesadüfün Böylesi

 

Rusya'da filmlere konu olabilecek bir olay yaşandı. Kadının kocası kısırdı. Sperm bankasına başvurarak suni döllenmeyle hamile kaldı. Bebek doğduğunda kocası evden kaçtı. Kadın ise gönlünü tesadüfen tanıştığı bir adama kaptırdı. Sonradan bu adamın bankaya sperm bağışında bulunduğu ve çocuğun babası olduğu ortaya çıktı. Çift soluğu nikah masasında aldı.

Komsomoskaya Pravda Gazetesi'nin haberinde Bay Gusiyev ve Bayan İrina Gusiyeva diye takma isimlerle anılan çiftin serüveni şöyle: Bir mühendislik bürosunda çalışan Gusiyev 1992 yılının Ocak ayında bir gazetede kasabanın tek sperm bankasının ilanını gördü ve buraya başvurarak, maaşının dörtte birine eşit olan 3.5 milyon karşılığında sperm verdi. Kocası kısır olduğu için suni döllenmeyle anne olmak isteyen Bayan Gusiyeva ise 1992'nin sonunda aynı bankaya başvurdu. Yapay döllenmeyle hamile kalan genç kadın 1993'ün Ağustos ayında oğlunu dünyaya getirdi.

ŞAŞIRTICI BENZERLİK

Ancak Misha'nın doğumu genç kadunun evliliğini kurtarmaya yetmedi, kocasu evden ayrıldı. Genç kadın ise tek başına oğlunu büyütmeye başladı. Aradan iki yıl geçti. Bay Gusiyev, kentin en meşhur semti olan Özgürlük Bulvarı'na taşındı. Sabahları köpeğini gezdirirken, oğlunu yuvaya götüren Irina ile tanıştı. Kısa bir süre içinde aralarında duygusal bir bağ gelişti ve birlikte yaşamaya karar verdiler. Ancak çocuk ile adamın birbirlerine benzerliği gözlerden kaçmıyordu. Herkes küçük çocuk ile adamı baba-oğul sanıyordu. Bu benzerlik Bay Gusiyev'in aklını da kurcalamaya başladı. Sık sık kendi resimleriyle küçük oğlanın resimlerini karşılaştırır oldu. Gusiyev, sonunda Irina'ya oğlu Misha'nın babasını sordu. Irina ilk kocasının iktidarsız olduğunu bu nedenle çocuğu suni döllenmeyle dünyaya getirdiğini anlattı.

Gusiyev'in çocuğun babası olmasından şüphelenen çift, sperm bankası ve kliniğe başvurdu. Klinik hastaların mahremiyetini öne sürerek bilgi vermekten kaçındı. Bunun üzerine çift Moskova'ya giderek genetik karşılaştırma yaptı. Test sonucuna göre Gusiyev, Misha'nın babasıydı. Çift derhal nikah masasına oturdu. Şimdi Gusiyev'in tek derdi çocuğu kendi nüfusuna geçirmek, ancak ilk önce Irina'nın sırra kadem basan ilk kocasını bulmaları gerekiyor.

Konuyla ilgili yorumda bulunan Sağlık Bakanlığından Anna Serikova, böylesine bir tesadüfün yaşanma ihtimalinin çok küçük olsa da mevcut olduğunu belirterek, ‘Özellikle Yaroslavl gibi kasabalarda bu tür bir durumla karşılaşmak mümkün’ dedi.

Hürriyet Dış Haberler Sayfası (2.1.99)

 

 

İnsanlık dersi

 

Aşağıdaki olayı ünlü italyan sinema sanatçısı Vittorio de Sica bir TV röportajında anlatmış:

İtalya' da Napoli' nin kenar mahallelerinden birinde, bir Cafe-Bar da, espressolarımızı içiyoruz.İçeri giren müşterilerden biri, barmene "due caffee, uno sospeso" (iki kahve, biri askıda) diyor, iki kahve parası veriyor, bir kahve içip gidiyor, barmen de tezgahın üzerinde asılı duran çiviye bir küçük kağıt asıyor.

Biraz sonra iki kişi içeri giriyor: "due caffee e un sospeso" (iki kahve ve bir askıda) diyorlar, üç kahve parası verip, iki kahve içip gidiyorlar, barmen gene bir küçük kağıt daha asıyor tezgahın üstündeki çiviye...

Bunun gün boyu böyle sürdüğü anlaşılıyor. Derken üstü başı biraz eski, püskü, belli ki fakir biri bardan içeri girdi, barmene "un caffee sospeso" (askıdan bir kahve) dedi, ve barmenin hazırladığı kahveyi içip, para ödemeden çıkıp gitti. Barmen de tezgahın üzerine asmış olduğu kağıtlardan bir tanesini aşağı indiriverdi...

Gözünü sevdiğim Akdeniz Kültürü, hayatta hiç tanımadığı bir adama bile içecek ısmarlayacak kadar gönlü zengin insanlar..

Bizde böyle bir adamı Cafe-Bar 'dan içeri dahi almazlar.İşte insanlık ve yardımlaşma....

 

 

Harley-Elvis-James Dean Üçlüsü

Indiana'da bir adam 600$'a eski bir Harley Davidson almış ve elden geçirmeye karar vermiş. Motorsikletin sahibi yedek parça ve bakım için Harley bayiine gitmiş. Dükkan sahibi motoru görünce çok heyecanlanmış ve hemen 100.000 $ önermiş. Adam tabii ki hemen kabul etmiş ve sözleşmeyi imzalamış. Yanlız adamın kafasında bir soru işareti kaldığından (öyle ya bir anda 100.000$ veriyorlar!) bir kere daha motoru incelemiş ki acı gerçeği görmüş: Motorun selesininin altında şöyle bir yazı varmış :

"James Dean'dan Elvis'e sevgilerle..."

Harley bayii motorsikleti 4 milyon $'a Harley-Davidson'a satmış.

 

 

Chateau Lake Louise Gölü Hikayesi

 

Olay Alberta'daki Louise Gölü kıyısında beş yıldızlı bir otel olan Chateau Lake Louise'de garsonluk yapan birinin başından geçmiş. Gölün suyu her kış donarak acayip bir mavi renk alırmış. Bu otelde kalan bir Amerikalı turist garsona bu gölün nasıl nu kadar mavi kalabildiğini sormuş. Garson da adamla kafa bulmak için gölün sularını her sene yaz sonunda 22 Eylülde boşalttıklarını ve dibini maviye boyadıklarını söylemiş. Akşam da bu olayı anlatıp arkadaşlarıyla bir güzel geyiğini yapmış.

Aradan iki ay geçmiş ve aynı turist özel olarak gölün boşaltma törenini izlemek üzere otele gelmiş.

 

 

Neil Armstrong

 

Neil Armstrong, 1969 yılında aya ilk adım attığında "Bu adım bir insan için belki küçük bir adım, ama insanlık için çok büyük bir adım" şeklindeki unutulmaz açıklamasını yapmıştı. Tüm Amerikan halkı bu yürüyüşü TV'lerinden gururla izliyordu. Armstrong birkaç adım attıktan sonra "İyi geceler Bay Nelly," diyerek ay yürüyüşüne devam etmişti. Tabii Armstrong'un bu sözü dikkatli gazeteci ve izleyicilerden kaçmadı. Herkes Armstrong'un ne demek istediğini merak ediyordu. Zaten döner dönmez CIA ve FBI da ünlü astronota bu sözlerin anlamını sordu. Yoksa Armstrong bir ajan mıydı, Ruslar'a bir mesaj mı yollamak istemişti? Ne yaptılar, ne ettiler Armstrong'u konuşturamadılar.

Armstrong "zamanı gelince açıklayacağım" dedi ama yine de uzay programlarından alındı ve bir daha uçmasına izin verilmedi. Yıllar sonra, geçtiğimiz günlerde Neil Armstrong bir basın toplantısıyla olaya açıklık getirdi : "Küçükken kriket oynuyorduk, top yan bahçeye kaçmıştı. Topu almak için Nelly Amca'ların bahçesindeydim. Nelly Amca ve eşi pazar öğleden sonrası sevişmelerindeydi. Bay Nelly karısına ağzını kullanması için adeta yalvarıyordu. Karısının ona asla oral seks yapmayacağını belirtmek için şöyle dediğini duydum : "Ne zaman ki komşunun çocuğu Neil aya gider, ben de sana o zaman oral seks yaparım."

İşte benim astronot olmaya karar verişimin öyküsü."

 

 

Cadillac

 

Colarado'da 1957 yılıydı...Michael Thornburn adlı grafiker o zamanlar araba çizimleri yapıyor ve hayalindeki arabaları bir bir zamanin gazetelerine ve dergilerine gönderiyordu. Genç adam bir kaç yıl sonra Ford'a geçtiğinde bu hiçkimse için sürpriz degildi. İnanılmaz arabalar çiziyor ve araba üreticileri onun çizdiği arabaları üretiyorlardı.

1960'larda artık o dönemin en önemli oto sanayisi ve araba üreticisi olan Cadillac'a transfer oldu. Ama Cadillac'la olan anlaşması gereği artık spor araba çizemeyecekti. Zamanın gençliği onun fikirleri sayesinde inanılmaz otolara biniyordu ama artık o orta yaştaki müşterilere hitab eden ve bir efsane haline gelen Cadillac çizimlerini yapıyordu.

1969 yılında Cadillac'tan GM'e geçtiğinde artık o bir efsaneydi. Ama Thornburn'ün hala bir hayali vardı. Ne kadar büyük araba firmalarıyla çalışırsa çalışsın çizimler hariç yönetimde çok da fazla etkili olamadığının farkındaydi. Bu yüzden GM'le yaptığı bir anlaşma ile mutlaka çizdiği arabalardan birisine kendi bulduğu bir ismi verecekti. Ancak GM ondan ilk önce modellemeyi gerçekleştirmesini, prototip incelendikten sonra bunun yönetim kurulunun kararı olduğunu söyledi.

Thornburn 1972 yılında inanılmaz bir spor araba çizmişti. Araba onun dehasını ve hayal gücünü o kadar güzel yansıtıyordu ki o arabaya isim vermek belki de hayatının en zor kararlarından biri olacaktı. Arabaya isim ararken birçok arkadaşının ve meslektaşının görüşlerinden faydalandı. Ama hiçbiri onun aradığı isme yakın fikirler değildi. Hepsi dönemin klasik arabalarına verilen isimlerden ibaretti. Oysa bu derece iyi tasarlanmış ve sadece kendisinin test etmesi için bir tane üretilmiş bu arabanın ismi çok dikkat çekici olmalıydı.

Kasım 1972'de GM'le problemler yaşamaya başlayan Thorburn, GM'in üretim safhasına geçme konusunda aceleciliği yüzünden sıkıntılı bir döneme girmişti. Bir gün arabasının bulunduğu prototip garajında yaşlı ve fakir görünümlü bir zenci Thornburn'ün isimsiz modelini büyük bir özenle yıkıyordu. Thornburn adamın arabayı ne kadar özenle temizlediğini seyretti. Adam arabayı o kadar güzel parlatmıştı ki motorundan lastiklerine, lastiklerinden metal aksanına hatta ve hatta jantların içlerine kadar tüm bölgeleri temizlemişti. Belli ki yaşlı zenci adam bu arabaya kendinden birşeyler de katmıştı. Thornburn üzgün fakat ümit dolu bir ses tonuyla yaşlı adama yaklaştı;

'Hey ihtiyar sence bu arabanin adı ne olmalı?' diye sordu.

Ihtiyar yaşlı gözlerle Thornburn'e döndü, korkak bir ses tonuyla;

'Bence bu araba aynen Cadillac'a benzemis' dedi.

(Poor Old Negro Thinks It's A Cadillac!!!)

Thornburn oracıkta kalakalmıştı. Çünkü belki de hayatının en önemli anlarından birini yaşıyordu...

Artık arabanın ismini bulmuştu. O yaşlı zenciye ne kadar tesekkür etse azdı. Artik GM'i bırakıp yuvaya dönmenin ve Cadillac için bir spor araba üretmenin zamanının geldiğine inanmıştı. Arabanın bütün hakları kendisinde olduğu için GM'den tazminatla ayrıldı. Tabii o yaşlı zenciyi de modelleme bölümünün başına aldı.

Arabanın adı (P)OOR (O)LD (N)EGRO (T)HINKS (I)T'S (A) (C)ADILLAC olmuştu...

Yani günümüzün en gözde spor arabalarından PONTIAC....(tabii ki o da bir Cadillac'tı)

 

 

Beyin Tıkacı

 

Bu ilginç öykü ABD'den Alexandra Donahue'nun arkadaşı Linda'nın başından geçiyor: Arkansas'a akrabalarını ziyarete giden Linda, alışveriş için bir süpermarkete gider. Arabasını park ederken yanındaki park etmiş arabanın sürücü mahallinde oturan kadın dikkatini çeker. Kadın ellerini başının arkasına kavuşturmuş, gözleri kapalı, kıpırdamadan durmaktadır. Linda, kadının durumunda bir tuhaflık sezer, ancak müdahale etmez. Alışverişini tamamlayıp, arabasına döndüğünde kadını aynı pozisyonda görünce dayanamayıp arabanın camına vurur: "İyi misiniz?". Kadın cevap verir: "Başımdan vuruldum. Beynim dişarı akmasın diye tutuyorum". Bu cevap üzerine telaşlanan Linda, supermarket yetkililerinden yardım ister. Ambulans çağrılır. Otomobilinin kapı kilidi kırılarak açılır ve kadın dişarı çıkartılır. Ancak büyük bir şaşkınlıkla kadının başının arkasında bir parça ekmek hamurunu sıkıca bastırarak tuttuğu görülür. Sonunda olay anlaşılır. Kadının marketten satın aldığı mayalı ekmek hamuru otomobilin içindeki sıcak havanın etkisiyle, tabanca sesine benzer bir sesle patlamış; hamur parçaları buyuk bir hızla çevreye dağılmıştır. Duyduğu sesi tabanca sesi, başının arkasına yapısan hamuru kurşun deliğinden dişarı sızan beyni sanan kadın, Linda'nin gelişiyle sanal kabustan kurtulur.

 

 

Özel Kokular

 

Oklahoma City Bombing olayıyla ünlenen bi sirket St. Louis'den Sigma Chemical Co. polis köpeklerinin egitiminde kullanılan kokular satıyomuş... ürün listesi şöyle:

Pseudo Corpse I (30 günden genç ceset)

Pseudo Corpse II (30 günden yasli ceset)

Pseudo Drowned Victim (bogğulmuş ceset)

Pseudo Distressed Body (hayatta ama şok geçiren insan)

Ve Pseudo Burnt Victim (yanmis ceset) üzerinde de çalışıyormuş

 

Telefonla İntikam

 

Olay Amerika'da geçiyor. Adam kız arkadaşıyla ayrılma arefesindeyken aniden bir telefon geliyor ve acilen bir haftalık iş seyahatine çıkması gerekiyor. Adam kişisel eşyalarını almazsı için kız arkadaşına kendi evinin anahtarlarını veriyor.

Yolculukta kızı çok özleyip kendi evinden kızı arıyor ama telefon yanıt vermiyor. Birkaç gün sonra aradığında ise meşgul çalıyor. Yolculuktan dönünce adam direkt olarak kendi evine gidiyor, sadece kızın eşyalarının gitmiş olduğunu görüyor ve sadece değişen şey telefonunun açık olması... Neyse, adamımız günlük hayatına dönüyor. Ay sonunda bir telefon faturası geliyor ki tam 2200 $!

Meğer eski kız arkadaşı Tokyo'da telefon servisini arayıp telefonu açık bırakmış!

 

Saptirma

 

Greater Idaho Falls Bilim Fuarı'nda , bir lise öğrencisi, yöre insanlarını hazırladığı Projeyi imzalamaya davet etti.

Delikanlı ,"dihydrogen monokside" adlı maddenin kullanımının tümüyle yasaklanmasını, mümkün olmadığı taktirde çok sıkı kontrolunu istiyordu.

Maddenin zararlarını, duvarlara astığı afişle açıklıyordu:

1-Yoğun terlemelere ve kusmalara sebep olabilir.

2- Doğaya büyük zararlar veren asit yağmurlarının ana unsurudur.

3- Gaz haline geçmiş hali, çok ciddi yanıklara sebep olabilir.

4- Kazara solunması ciğerlere dolması ölüme yol açar.

5- Erozyona yol açar.

6- Otomobil frenlerinin etkinliğini azaltır.

7- Ölümcül kanser tümörlerinin hepsinin içinde bulunmuştur.

Bir saat içinde tam 50 bilim fuarı meraklısı insan delikanlının kampanya açtığı standı ziyaret etti. 43 kişi, yasaklama isteğini şiddetle desteklediler. 6 kişi kararsız kaldı. Sadece bir kişi yasaklanması istenen "dihydrogenmonokside" in H2O ,yani hayatın can damarı "Su" olduğunu söyledi.

Delikanlının bu projesi "Ne kadar kolay aldatılabiliyoruz" yarışmasının birincisi ilan edildi...!

Delikanlı "Amacım, kolayca saptırılmış, saçma bilimsel cümleciklerle insanların nasıl yanlış koşullandırılabildiklerini göstermek istedim" dedi

 

Robinson

 

Ondokuzuncu yüzyılın ortalarında büyük bir balina avcılığı filosuna sahip olan E.M. Robinson çıkar söz konusu olunca son derece acımasız davranmasıyla ünlü bir kişi imiş. Bir seferinde Mary L. adlı balina gemisi iki yıllık bir yolculuktan sonra New Bedford limanına dönünce yolculuk sırasında geminin ana direğine tırmanıp direğin üzerine isminin baş harflerini yazan 15 yaşındaki miçoyu cezalandırmaya kalkışmış. Miçoya, nemli hava ve rüzgarın ismin kazındığı yerden tahtaya girerek direğin çürümesine neden olacağı tezi ile aylık ücreti olan beş doların 24 ay sonunda 120 dolara vardığını, ama direğin de tam 120 dolar değerinde olduğunu, bu sebeple de ona hiçbir şey ödemeyeceğini, yeni bir direk almak zorunda kalacağını bildirmiş. Gemi personeli ağlamaklı miço Tommy'ye Butler adında ve bu işlerle uğraşan bir avukata müracaat etmesini söylemişler. Avukat hikayeyi dinledikten sonra miçoya gemiye gitmesini ve gemide direk değiştirme veya direk ile alakalı tamirat yapılıp yapılmadığını tespit etmesini ve geri gelip bildirmesini söylemiş. Miço Tommy kendisine söyleneni yapmış. Verdiği rapora göre geminin sadece sintine pompası değiştirilmişmiş ve direkle ilgili hiçbir icraat yokmuş. Üstelik gemi de ertesi gün iki yıllık yeni bir seyahate çıkıyormuş.

Bu bilgiden sonra avukat Butler, Robinson adlı gemi sahibinin yazıhanesine gitmiş. Ve ona şöyle demiş: 'Bay Robinson Tommy'ye geminin ana direğini satmışsınız, ama malı teslim etmemişsiniz. Biz bu direği istiyoruz! Üstelik geminiz iki yıllık bir seyahate çıkacağına göre direği hemen bugün alacağız!'

Robinson avukattan kurtulamayacağını anlayınca direği yeniden geri satın alacağını ve bunun için de 120 dolar ödeyeceğini söylemiş ve cüzdanını açarak 120 doları saymaya başlamış. Fakat bu sefer avukat parayı yeterli bulmamış, 'Bizim direğimiz satılık değildir, direğimizi istiyoruz. Ama eğer direği kiralamak isterseniz onu size kiralayabiliriz ama müvekkilim onu size aylığı on dolardan 240 dolara iki yıllık kiralamayı teklif ediyor! Kabul etmezseniz de hemen direği sökeceğiz!'

Herhalde Robinson'un küfürle karışık da olsa 240 doları ödediğini tahmin ettiniz!

 

 

Puro

 

Kuzey Carolina'nın Charlotte kentinden bir adam cok değerli ve ender bulunan bir markadan bir kutu puro satın alır ve bunları YANGINA karşı sigortalar. Bir ay içinde sözkonusu adam tüm puro stokunu tüketir ve geriye sadece bir sigorta primi odemesi kalmışken, sigorta şirketine bir zarar tazmini talebinde bulunur. Vatandaş başvurusunda purolarını "küçük çaplı seri yangınlar" sonucunda yitirdiğini ifade eder.

Sigorta şirketi, adamın purolarını alışılmış yöntemler ile tükettiği gerekçesi ile ödeme yapmayı reddeder. Bunun üzerine adam mahkemeye başvurur.....ve davayı kazanır.

Hakim, kararını verirken, adamın elinde puroların sigorta ettirilebileceğini garanti eden bir poliçe bulunduğunu, sigorta şirketinin de puroların "kabul edilemez yanginlar" tanımlaması yapmadan bunları yangına karşı sigortalamış olduğunu ve buna göre de zararı karşılamak ile mükellef olduğunu belirtir. Uzun sürebilecek ve masraflı bir mahkeme sürecinden kaçınmak için, sigorta şirketi hakimin vermiş olduğu kararı kabul eder ve adamın "yangınlar" sonucu yitirmiş olduğu ender purolar için 15,000 USD tazminat öder.

İşin komik kısmı ise yeni başlıyor:

Adamın kendisine verilen çeki tahsil ettikten sonra, sigorta şirketi kendisini toplam 24 kundakçılık olayı nedeni ile tutuklatır. Adam, kendi sigorta poliçesi ve bir önceki davadaki ifadeleri kendisine karşı delil olarak kullanılarak, ender bulunan puroları bilerek ve kasıtlı olarak yakmaktan suçlu bulunur ve 24 kez 1 aylık hapis cezasına çarptırılır.

 

 

Noel Baba'yı Beklerken...

 

1954 yılının son günlerinde yerel bir Amerikan gazetesinde çıkan ilanda, 31 Aralık günü Noel Baba'yla konuşmak isteyen çocuklar için bir telefon numarası veriliyordu. Ama ilan hazırlanırken numaralarda bir karışıklık olmuş, yanlışlıkla devlete ait bir istihbarat biriminin acil durumlar için kullandığı numara verilmişti. Yılın son günü telefonlar çalmaya başladığında hattın ucundaki görevli, Operasyonlar Amiri Albay Harry Shoup, durumu idare etmeye ve sabırsızlıkla hediyelerini bekleyen çocuklara istedikleri "bilgi"yi vermeye karar verdi.

Albay Shoup'un görevli olduğu istihbarat birimi, Kuzey Amerika hava sahasını olası bir saldırıya karşı denetim altında tutan "Continental Air Defense Command" (CONAD) idi. Üç yıl sonra, CONAD'ın devamı olarak Kanada'yla işbirliği içinde kurulan North American Aerospace Defense Command (NORAD), her yılın son günü çocuklara hizmet vermeyi resmi görevleri arasına dahil etti. Haftanın yedi günü 24 saat radar ve uydu bağlantılı izleme sistemleriyle Kuzey Amerika göklerini tarayarak düşman roketlerine karşı tetikte bekleyen kurum, 41 yıldır 31 Aralık'ta tüm kaynaklarını bu işe ayırıyor.

Aktüel, Aralık 1998 son sayı'dan...

 

 

Kuş Yemi

 

ABD'de Massachusetts Institute of Technology'de okuyan bir öğrencinin tanık olduğu bu öykü, bir tez calışmasının nelere yol açacağını göstermesi açısından ilginç bir örnek oluşturuyor: Bir lisansüstü öğrencisi bir yaz mevsimi süresince her gün üzerine siyah-beyaz çizgili bir tişort giyerek Harvard futbol sahasına gider. 15 dakika boyunca sahayı bir baştan diğer uca yürüyerek yerlere kuş yemi serper. Bu arada cebinden bir hakem düdüğü çıkartıp öttürür. Yağmur, çamur demeden her gün aynı saatte aynı hareketleri törensel bir ciddiyetle yapar. Derken sonbahar gelir, futbol mevsimi başlar. Harvard futbol takımının ilk maçı oynanacaktır. Siyah-beyaz tişortlu hakem başlama düdüğünü çalar ve o anda olanlar olur. Yüzlerce kuş sahaya hücum eder ve doğal olarak maç ertelenir. Bu arada öğrenci tezini vermiş ve mezun olmuştur.

 

Kızarmış Tavuk

 

Bu öykü Yeni Zelanda'dan Kay Martin' e ait: Akşam yemeğine arkadaşlarını çağıran Kay yemekten önce küçük bir aperatif hazırlarken bir tavuğun acı acı bağırdığını duyar. Sesin nereden geldiğini merak eden Kay bahçeye çıkar. Bahçede bir şey göremez. Ancak ses daha yakınlardan, hatta mutfaktan gelmektedir. Giderek yükselen sesin kaynağını keşfettiği zaman tüyleri diken diken olur. Kızarması için fırına yerleştirdiği tavuktan cığlık cığlığa sesler gelmektedir. "O anda elim ayağım boşandı. Tavuğu canlı canlı pişiriyorum sandım. Korkudan az daha ölüyordum." Tavuğun çığlıkları Kay'ınkiler ile birleşince konuklar mutfağa üşüşür ve cığlıkların nedeni ortaya çıkar. Tavuğu fırından çıkartan konuklar, hayvan soğudukça seslerin kesildiğini fark ederler. Yeni Zelanda'da tavuk çiftliklerinde hayvanlar, bizde olduğu gibi boynu kesilerek öldürülmez. Kay'in akşam yemeği icin hazırladigi tavuğun ses telleri kesilmediği için de tavuğun karnında biriken buhar, hayvanın boğazından geçerken büyük bir basınçla ses tellerini harekete geçirmistir. Bu olaydan sonra, tahmin edebileceğiniz gibi, Kay bir daha evinde tavuk pişirmez.

 

 

Uçuş arızaları

 

Pilotlar her uçuştan sonra, uçuş sırasında karşılaştıkları ve tamir edilmesi ya da ayarlanması gereken sorunları tamir bakım personeline bildirmek için bir form doldurur. Pilotların doldurduğu bu formları daha sonra tamir bakımcılar okur ve sorunları giderir. Sonra da formun alt kısmına gerçekleştirilen düzeltici faaliyeti yazarlar ve pilotlar bir sonraki uçuştan önce bu formları ve tamircilerin notlarını okur. Yer personelinin ve tamir bakım personelinin espri anlayışı olmadığını söylememek gerekir. Aşağıda QUANTAS pilotlarının gerçek arıza ve şikayet bildirimleri ve tamir bakım mühendislerinin tamir sonrası cevapları yer almaktadır. Bu arada, Quantas havayolları kurulduğu günden bugüne dek hiç kaza geçirmemiş tek büyük havayolu şirketidir.

 

P = Pilotun arıza bildirimi.

S = Tamir bakımcının tamir sonrası notu.

P: Sol iç tekerleğin kısmen değiştirilmesinde fayda var.

S: Sol iç tekerlek kısmen değiştirildi.

P: Test uçuşu OK, fakat otomatik iniş biraz sert.

S: Bu uçakta otomatik iniş sistemi yok.

P: Kokpitte bir şey gevşemiş.

S: Kokpitte bir şey sıkıştırıldı.

P: Ön camda ölü böcek var.

S: Canlı böcek sipariş edildi.

P: Otomatik pilotu sabit yükseklikte uçuşa ayarlayınca dakikada 100 metre alçalıyor.

S: Böyle bir problem gözlenmedi. (uçak yerdeyken test edilmiş)

P: Sağ tekerlek hidroliğinde yağ kaçağı olduğunu gösteren bir yağ birikintisi var.

S: Yağ birikintisi temizlendi.

P: DME'nin volümü inanılmayacak kadar yüksek.

S: DME'nin volümü inanılabilir seviyeye ayarlandı.

P: Gaz manivelası kilitleri kapatılınca manivela yerinden oynamıyor.

S: Kilitler zaten o işe yarar.

 

P: IFF çalışmıyor.

S: IFF, OFF konumundayken asla çalışmaz.

P: Sanırım camda çatlak var.

S: Sanırım haklısın.

P: 3 numaralı motor kayıp.

S: Biraz araştırınca motorun sağ kanatta takılı olduğu anlaşıldı.

P: Lövyeyi ileri itince uçak saçmalıyor.

S: Kendine çekin düzen vermesi, doğru dürüst uçması ve ciddi olması için uçağa ihtar verildi.

P: Radardan mırıltılar geliyor.

S: Radar havlaması için yeniden programlandı.

P: Kokpitte fare var.

S: Kedi install edildi.

 

Romollo Ribaldo işsizdi. Pisa kentinde oturan 42 yaşındaki bu İtalyan bir gün, tabanca ile intihar etmeye hazırlandı. Eşi onu engellemek için dil döktü.. Sonunda Romolo ağlamaya başladı ve intihardan vazgeçip silahını yere fırlattı. Ateş alan tabancadan çıkan mermi eşine isabet etti ve eşi öldü.

----------------------------------------------------------------

ASLINDA MİRCDE KAVGA EDİP BULUŞUP BİRİBİRİNİ ÖLDÜREN İNSANLAR VARKEN , FUTBOL MAÇLARINA SATIRLARLA GİDEN SONRA SÖZDE MAÇI KAZANDI KUTLAMASI YAPICAM DİYE HAVAYA ATEŞ EDEREK BALKONLARDAKİ MASUM BEBEKLERİ İNSANLARI ÖLDÜREN GERİZEKALILAR VARKEN BU HİKAYELERİ ANLATMAK SAÇMAYDI, GAZETELERİN İKİNCİ SAYFASINI AÇIN İSTEMEDİĞİNİZ KADAR BU TARZ HABERLE KARŞILAŞACAĞINIZA EMİNİM AMA BİZİMKİ MUHABBET OLSUN .UMARIM SIKILMAMIŞSINIZDIR.

 
Saat  
   
vay be!! bugün 13 ziyaretçikişi burdaymış!!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol